Makber,bir kaç perişan söz..
"eyvah ne yer ne yar kaldı
gönlüm dolu ah u zar kaldı" diye başlayan Türk edebiyatının o muhteşem şiirini Makber'i bilmeyen pek azdır sanırım. Abdülhak Hamit Tarhan bu şiiri pek sevdiği karısı Fatma hanımın ölümünden hemen sonra kaleme almıştır. Bilmeyenler için küçük bir ipucu daha vereyim "her yer karanlık pür nur o mevki, magrip mi yoksa makber mi ya rab.." şimdi hatırladınız değil mi? Nasıl bir aşk insana ölümün ardından bunları yazdırır,insan ne çok sevmelidir ki sevdiğinin ardından dünya gözüne karanlık bir mezar gibi görünsün.
Ben ise bugün bu çok bilinen şiirin bilinmeyen bir yönüyle tanıştırmak istiyorum sizleri. Öğrencilik yıllarımda okuyup etkisinde kaldığım nadir yazılardan birisi; Makber Mukaddimesi. Sıkılmazsanız buyurun:
Makber Mukaddimesi
(Birkaç Perişan Söz)
Makber ki, mevcut eserlerimin sonuncusudur, yok olmuş bir vücudun yok olmaması için yapıldı. Mezarlarda bulunan şiirin yüceliklerinden Makber'de bir eser bulunmadığını bilirim. Makber bir hasret feryadını taşır ki hiçliğe dayandığı için okunmasından çıkan sonuç da hiçtir. Lakin bence bir şeydir.
Evet,bu kitabı dikkatle okuyan fikir,mezarlığı dolaşmış olur. Ve mezarlıkta olduğu gibi hiç bir şey anlamayarak, içinden çıkıp gider.
Bu kitabın önsözünü görmekle sonucunu bilmek, ya da içindekileri okumakla adını düşünmek birdir. Bu kitap, mezarlıkta yazıldı ki bahtsız yazarını iyi tanıyanlara keder, tanımayanlara ise yorgunluk,sıkıntı verir. Üzüntülerimi yalnız gönlümde saklamak ya da yazıp bastırmamak mümkün, belki de daha uygunken bu suretle meydana çıkarmak gerekli miydi? sorusu sorulursa onun cevabı hazırdır.
Ölenlerin cesetlerinden, zamanın geçmesiyle bir avuç toprak kaldığı gibi,gönülde olan en aziz bir yadigardan da zamanla belirsiz bir hayal kalır.Ben o hayale inanamam.
...Makber, hiç olmazsa benden daha uzun ömürlü olacaktır.İşte bunun içi,n yayımlandı. Gönlümdeki fer bir şey söylemez de, kalemini ayağının altına alıp ezer. Bunlar, şiirdir.
...Makber genel olarak pek çok kimseler için soğuk bir eserdir. Bu soğukluk, yalnız benim kalbimi yakar. Edebiyat dünyasında bir ahiret gerektir. Makber, o ahiretten bir işarettir. Edebi hayatımızın mezarlığıdır, benim yok olmamdır.
Makber, bir fikri birçok anlatım şekliyle söylüyor. Sözleri duyular için hiç, yüksek tabakadan olanlar ve halk için hiç, varlığı ölü için mezar, bu bakımdan bence bir şeydir.
...Makber, makber değil bir türbe,türbe değil bir mabed,mabed değil bir küre,küre değil bir sonsuz uzay olmalıydı. Oysa bir makber bile değil. Tanrısal ışığın indiği, insan düşüncesinin çıkamadığı bir minber olmalıydı. Makber bir mahşer olmalıydı. Ne yazık!
Fikir çıkmamalıdır demem. Çıkamaz bir halde bulunmalıdır. Makber'de iniyor. Bu sonsuz iniş,bir derinliğe kılavuz olsa bile ne yazık ki, gene makber olmaktan başka bir şey değil. Makber'in anlamı mezarların dış görünüşlerinden ibarettir.
Güzel yüzler adına, büyük ün sahiplerine heykeller yapıldğı gibi, güzel fikirler, büyük olgular için de beyitler yapılmalıdır. Mezar, Allah'ın yaptığı bir heykel. Biz onu nasıl tasvir ederek görülür hale koyabiliriz? Hangi şair bir güzel kıza, onu görmeyenlerin görecekleri kadar varlık vermiş? Hangi kalem, doğal güzellikleri tam olarak taklit etmiş? Bizim yazıp da en güzel bulduğumuz şiirleri bize ilham eden doğadır. O şiirler, suda görülen yansımaya benzer ki, mutlaka dışından bir nedeni olur.
Lakin Makber edebiyat görüşüne karşı çirkin bir çocuktur: Suçsuz, fakat güzel değil; aşağı bir filozoftur; bir felsefe fakat kuşkulu, kusurlu bir güzelliktir. Feryat, fakat sanatlı, süslü, bakımlı bir mezardır. Hazin değil fakat mezar. Bir gün batışı, fakat parlak; bir güzel,fakat sevimsiz; bir şiir, fakat kafiyeli. Bunun için beğenmem.
Fikrin sınırı ölüm olduğu gibi, şiirin de sözcüklere geçişte sınırı kafiye oluyor. Ne yapalım.
Makber için dinin gösterdiği doğru yola uygun bir fikir söylemek gerekirse, işte bu kitap bir ölmüş kadının mezarıdır.
Ziyaretçisinden Fatiha rica ederim. "
Son bir kaç gündür sanal ortamda sıkça karşılaştığım bir video beni ölümü düşünmeye itti sanırım. Hepimizde aynı etkiyi yaratmıştır desem yeri var herhalde. Genç bir adam kendi canına kıymaya kara veriyor ve bu son anların tamamını bir veda mektubu niteliğinde kameraya kaydedip sosyal medya hesabından paylaşıyor. Sebebi beni pek ilgilendirmiyor açıkcası sonuçta bir can yitip giden şekli ne olursa olsun. Ama farkettim ki ölüler üzerinden bile saygısını koruyamayan bir toplum haline gelmişiz ki sanırım beni en çok bu acıttı..
Ölüm karşısında bu kadar naif durabilen insanların olduğu zamanlar da vardı üstelik ölüm her zaman ayrılığın en ağır şekliydi, yani bu gün olduğundan ne bir eksik ne bir fazla.. Ve ölüm üzerine ahkam kesilmesi en zor konu oldu her zaman.Ölen için de kalan için de...
Dip not: Önsözü günümüz Türkçesi ne çevrilmiş haliyle yayınladım daha anlaşılır olabilmesi adına. Sevgiyle..
Yorumlar
Yorum Gönder